Yaz-Boz

Alışkın olmadığım oyunları seviyorum. Özellikle son zamanlarda İtalyan Sahne düzeninden biraz sıkıldığımı söylemeliyim. Tabi bu durum klasik anlayışa göre oynanan oyunları hiç sevmediğim anlamına gelmesin, onları da önemsiyorum ve takip edeceğim ancak tıpkı ilk defa bir oyunlarını izlediğim “Tiyatro Öteki Hayatlar” tiyatrosunun “Yaz-Boz” oyununda olduğu gibi küçük sahnelerde oynanan bir yaşama şahit olmak bana, büyük salonlarda büyük büyük oyunculuklarla oynanan oyunlardan daha samimi geliyor. Elbette, klasik anlayışa göre oynanan bir Shakespeare oyunu ya da başarılı bir Antik Çağ oyunu izlemek de bana keyif verir, fakat “modern Türk Tiyatrosu nasıl olmalıdır” diye durup düşündüğüm zaman bana küçük salonlarda seyirciyle iç içe oyun oynama fikri daha samimi geliyor. En azından bir alternatif olarak dikkatimi çekiyor. Dün de (10 Mart) keyifli bir Beyoğlu turu yaptıktan sonra Asmalı Sahne’de izlediğim bu mütevazı oyun, 8 Mart’ı geçtiğimiz şu günlerde kadınlıkla ve kadın olmakla ilgili düşündürdü.

Genel olarak baktığımızda toplumumuzda kadınlara bakış bellidir, kadının duyguları, düşünceleri arka plandadır, hatta bazen o kadar arkadadır ki görünmez bile, kadın bir yerde çalışsa bile yine de dikiş diker, alışverişe çıkar, temizlik yapar ama genel olarak düşünmez, sorgulamaz. Oyunun başkahramanı yazar, yarattığı Nesrin karakterini kendince şekillendirir ama bunun doğruluğundan kendi de emin değildir, Nesrin kendi duygularını sorgulamadan âşık olur ancak kahramanımız Nesrin’in aşkının “üzerine düşünülmüş, karar verilmiş bir aşk” olmasını ister… Başkasına hükmedebilir miyiz? Bu doğru mudur? Belki başkasını yöneterek onu kendimize âşık edebiliriz ama bu aşk gerçek bir sevgi midir, yoksa baskı sonucu oluşan bir etkileşim mi? Metne baktığımız zaman cinsiyetçi bir bakış açısı göze çarpmıyor ancak toplumun bakış açısını düşününce merkeze “kadın olmak” sorunu yerleşiveriyor. Özünde, başkahraman yazar, bir karakter yaratır ve onu yönetir ancak düşününce gerçek hayattan hiç de uzaklaşmıyorsunuz, insanları, çevrenizi yönetmek için illa ki doğaüstü güçlere ihtiyacınız yok, hoşlandığınız insanları sizi seviyorum demeye zorlayabilirsiniz, hatta bunu başarabilirsiniz ama samimi olmalarına zorlayamazsınız. Kahramanımız, bu samimiyeti arar. Karakter yazılmaktan çok kendi öyküsünü yaratmalıdır belki de… Kendi isteklerini özgürce, hür iradesiyle söyleyebilmelidir. Bunu insanlığa uyarlayabiliriz.

Oyundan beni etkileyen, kâğıt kalem çıkarıp not alma isteği oluşturan bir repliği de sizinle paylaşmak isterim: “Her zaman mükemmel olmak da mutsuzluk getirir, hata yapmazsak mutlu olmayı bilmeyiz ki…” Kelimesi kelimesine aklımda kalmasa da, özünde bunu anlatan bir replikti.

Geçen sene Kadınlar Gününde “Kargaşa” adlı oyunu izlemiştim Şehir Tiyatrolarında, 8 Mart için önemli bir oyundu. Bu sene de 10 Mart’ta “Yaz-Boz”’u izledim ve bu oyunu öncelikle kadına dayalı olarak alıyorum. Çünkü toplumumuzda örnekleriyle sık karşılaşıyoruz.

Oyun, sade, abartısız oyunculuklarla, başta söylediğim alternatif tiyatro arayışıma bir örnek oluşturuyor.

Sahneler arası geçişlerde kullanılan müzikler ise oyunu keyifli kılan bir diğer unsur, özellikle Mina’dan şarkısını duymak benim için büyük sürpriz oldu. (Hangi şarkı olduğu sürpriz olsun)

Çiçekli dekor ise oyunun “yazlık” havasını yansıtan güzel bir unsur.

Ayrıca barkovizyon çekimlerinin de oyuna renk kattığını düşünüyorum. Özellikle Sencan Oytun Tokuç’un “komşu kadınla tekrar buluşabilmek için bahane aradığı” sahnelerdeki oyunculuğunun bana çok keyif verdiğini söyleyebilirim.

“Yaz-Boz” başta da söylediğim gibi mütevazı bir oyun, sizi her pazar hikâyelerine şahit olmaya çağırıyor, benim için güzel bir deneyimdi…

 

Onur Karamercan

onurkaramercanintiyatrosahnesi.blogspot.com - 12/03/2013